Libya dan uçarak gelmişim. O zamanlar bekarım. Eve girdim. Yine çantayı attım bir tarafa. Evde üç tane kadın var. Babaannem yemek yapar, anneannem temizlik işleri. Annem bulaşık, çamaşır yıkama, organizasyon ve genel koordinatör görevinde.
Babaannem yaprak sarma yaparken annem pirinci, kıymayı, salçayı, biberleri filan hepsini bir tepsiye hazırlardı. Tepsiyi Babaannemin önüne bırakır sonra gider az şekerli iki tane kahve yapar, beraber hem içerler, hem konuşurlardı. Yavaş yavaş yapılırdı dolma. Belki de ağır yapıldığı için o kadar lezzetli oluyordu. Kim bilir.
Anneannem, annemle babaannemin arasına girmezdi pek. Sevmezdi fazla konuşmayı. Kahve içmeyi filan. Bir tek beni severdi. Çünkü o büyütmüştü beni. Benden başka kimsesi yoktu dünyada benden başka. Tek dileği vardı bir ev tutalım ikimiz oturalım. Damadın evinde oturmak ağır geliyordu. Ne kardeşi vardı ne başkası. Varsa yoksa ben. O sadece çalışır.
Namaz kılar ve yatardı Sabah erkenden kalkar. Hatta babaannem, anneanneme kızardı erken kalkıyor diye.'' Sus '' derdi '' Hanife uyanacak. Rahatsız etme kızı. Uyusun'' Annem hem annesi hem kayınvalidesiyle beraber bizde üç çocuk, babam yedi kişi iki oda bir salon evde güle oynaya geçirdik hayatımızın büyük kısmını. Dertler olmadı mı. Oldu tabii ki. Ama bir yolla halloluyordu hepsi. Nasıl halloluyordu diye sormayın bilmem. Bir şekilde diyelim. Allah yardım ediyordu şüphesiz.
Evin palyaçosu bendim. Sabah kalkar, önce Babaannemin ayaklarını gıdıklar, sonra anneannemin yanağından makas alırdım. Kardeşlerimin yorganlarını çeker çıkardım evden. Nerelere giderdim bir bilseniz.
Önce temenyeri parkının oradan Pınar başına, oradan aşağı Çatal fırın, oradan kapalı çarşıdan Abdal. Oradan Demirtaş paşa. oradan eve. Ellerim tahinli pide dolu. Simit dolu. Başlardım anlatmaya makineli tüfek gibi. Babaannemin kulakları ağır işitirdi. Bütün akrabalarda gelirdi hep birlikte kadınlar beni dinler bende anlatırdım uzun uzun
Libya'yı, hayatı . Ne biliyorsam yani. Taa akşam saatine kadar. Acaba dinlerler miydi beni. Yoksa dinliyormuş gibi mi yaparlardı. Hala bilmiyorum. Ama herkesi güldürürdüm. Bunu biliyorum.
Çünkü herkes beklerdi ben geleyim diye. Ben geldiğimde ev dolar taşardı. Sonra bir teklif geldi bana. Sibirya'ya gideceğim. Bütün mahalle tanıdıklar filan uğurladı. Çıktım yola. İlk defa tanışacağım Libya dışında bir ülkeyle. Neyse. Önce Moskova sonra Sibirya'da bir şehir. İndim uçaktan. Başladık çalışmaya. İlk defa büyük bir şantiyede önemli bir görevdeyim. Her akşam saat on bire kadar toplantı var.
Olduğum şehirde saat Türkiye den üç saat ileri. Bir akşam toplantı odasındayım. Sekreter çağırdı. Saat altı. Türkiye'de saat üç. Korktum. Hemen açtım telefonu. Annem. ''Levent arkadaşlarla toplantıdayız. Hani sen buradayken bir fıkra anlatmıştın. açık seçik bir fıkra '. Unuttum onu. Nasıl başlıyordu'' Haydaaaa. '' Anne ben o fıkrayı senin yemek tarifleri defterinin en son sayfasına yazdım. Sen dedin ya yaz '' diye. Ya Levent Baban görmesin diye kopardım attım o sayfayı. Şimdi misafirler var. Bakamam oraya buraya '' Sen bana başlangıcını anlat. Anne '' Hani adam evin üst katına çıkıyordu. Hah tamam hatırladım '' Çaaat telefon yüzüme kapandı. Ne hal hatır. Ne bir söz yok.
Hadi ben döndüm toplantıya. Bir iki gün geçti. Yine toplantıdayım. Zııııırrrr. Sekreter kız geldi. Levent bey Türkiye den telefon var. Annem. Levent hani sen anlatmıştın ya. Hani o senin arkadaşının annesi hani o kuaför olan var ya. Onun kocasının adı neydi. Haydaaa. Anne. Hamdi abi. Hah hatırladım. Bir misafir var ona bir şey anlatacaktım. Unuttum ismini. Çaatttt yine telefon kapandı.
Şirket mi idare edeceğiz. Annemin telefonlarını mı. Ama ne kadar güzel günlermiş. İyi ki konuşmuşuz o günlerde doya doya. İnsan kaybedince anlıyor kıymetini sevdiklerinin. İyi ki son nefesinde Bursa da berabermişiz. Allah'a şükrediyorum. Bir pazar günü. İlk defa tatil yapacağız. Telefona bakan kız geldi. Levent bey telefon ! Koşarak gittim. Annem. Levent burada kimse beni güldürmüyor. Biraz güldür beni. Anne. Hani adam Mudanya pazarına gitmiş limon almaya ..... diye başlıyorum en komik hikayeye ondan sonra başka hikaye.
Annemin donuk yüzünün gülmeye başladığını hissediyorum. Sonra biraz dedikodu. Bakıyorum annem gülmeye başlamış. Hadi Anne görüşürüz diyorum. Sevinçle kapatıyor telefonu. Bazen arkadaşları filan da oluyor. Bende toplantılara Sibirya dan katılıyorum. Böyle idare ediyoruz.
Bir gün zırrr telefon. Koştum nasılsa annem. Bir açtım babamın tok sesi. Ne oldu dedim baba. Eve dedi bir telefon faturası geldi. Para gönder. Öde. '' Ulan benim emekli maaşım kadar telefon faturası gelmiş. Ne anlatıyonuz vır vır. annenle. Valla ödemem '' '' Tamam Baba '' dedim. ''Dolar kazanıyoruz''. Korkma.'' Başlarım senin dolarından'' dedi. '' Ulan çalışmaya mı gittin. Bursa' da kadınların dedikodusunu yapmaya mı ''.
Bende ses yok. Neyse kapattı telefonu.
Tam çıktım telefonun yanından. Kız gene geldi. Telefon var dedi. Aldım bu sefer annem.
'' Sen dinleme onu ''dedi. '' Bende para var. Öderim ben. Altınlar var ''. Anne dedim.
sen keyfine bak. Para dolu her tarafım. Sen ara ama yalnız babam duymasın. Kapattı telefonu neşe içinde..
Bende kendi kendime düşündüm. Para neye lazım. İşte bu işler için lazım. İçimde bir huzur, odama döndüm. babamın telefon faturasında söylediği rakamı dolara çevirdim. Tam iki yüz dolar.. Çantamın ön cebine ayırdım. Bu para dedim Annemin telefon parası. Her fatura geldiğinde o parayı çantanın ön gözüne sakladım. Güle oynaya konuşa konuşa geçirdik günleri ayları.
Hayatınızdaki değerli insanları iyi saklayın. Eğer bir hata yaptılarsa affedin. bir daha bir daha hep affedin. Ama o değer verdiğiniz insanların ışığının artık sizin ruhunuzu aydınlatmadığına inanıyorsanız, eskiden fitilli gaz lambaları vardı. Işığını kısardınız ve üfleyince sönerdi. Ama anne var ya. O ne istiyorsa yapmaya çalışın. Çünkü onun ışığı milyon sene geçse de sönmez. Çünkü Anne size özel bir yerden gönderilmiş melektir. Kıymetini bilin
Yazan : Nuri Levent Göçmenöz.
TEREF